Reklamı Geç
SAÇKAN SOS DÖNER
Mersin
BIST9.405
DOLAR39.9584
EURO47.0584
ALTIN4200.5
BTC/USD107331.82
Ahmet Bayındır

Ahmet Bayındır

Mail: [email protected]

Biat, Düşüncenin Zindanı mı?

Biat, Düşüncenin Zindanı mı?

"Biat, Düşüncenin Zindanı mı?" 

"Biat, düşüncenin zindanı mı?" ifadesi; bireyin düşünce özgürlüğünü, bağımsız düşünmeyi, sorgulama becerisini ve eleştirel değerlendirme yetisinin yok edilişidir. "Biat" kelimesi, genellikle tam itaat veya tam teslimiyet anlamında kullanılırken, "zindan" ise tutsak yeri veya kısıtlayıcı bir alanı ifade etmesi bakımından kişinin özgürce düşünmesinin kenar çitlerini oluşturur. Eleştirel düşünme becerisinin ortaya çıkmasını engellediğinden, bireysel fikirlere saygı gösterilmesini de engeller. Sadece biat ettiği konu, konum, düşünce, fikir ve yargı biçiminin kesin doğru olduğu gibi bir saplantının köküdür. Hiçbir sorgulama olmadığından kendi düşüncesinin önemi yoktur artık; oysaki bu süreç bireyin özgüvenini, bilincini ve farkındalığının da kapısını kapatmaktadır. Böylesi bir durum; bireyin, toplumun, otoritenin ya da belli bir ideolojinin baskısı altında olduğunu bile fark etmemesi anlamına gelecektir. Bireyin, kendi fikirlerini oluşturabilme ve düşüncelerini serbestçe ifade edebilme hakkını elinden aldığını ve hiçbir düşünceyi sorgulayamadığı anlamına da gelir. 
 “Bir zorlama olmaksızın, kişinin kendi isteğiyle başka bir kimsenin yönetimi ve egemenliğine girmesi.” olarak tanımlanan “Biat”, insanın kendini ne kadar değersiz saymasıdır da! Zihinsel, ruhsal ve bilişsel bir tutsaklık olduğu bile düşünülmez. Bu durum; bireyin düşüncesini, karakterini, benliğini ve kişiliğini bir kenara bırakarak düşünme yetisini ve vicdanını zindanda tutmasıdır. “Biat”tan önce, inandığı en yalın insani görev bildiği adalet ve etik değerler bile artık karanlıktadır. Sadece biat ederek yücelttiği insanın söyledikleri ve yaptıkları, doğru kabul edilir. “Onun bildiği vardır” gibi garabet bir kabul etkindir. En küçük eleştiri ve yol gösterme eylemleri, hakaret olarak kabul edildiğinden düşüncesini zindanda tutmaya gönüllüdür. Öne aldığı düşüncenin, liderin, ideolojinin veya grubun peşinden gözü kapalı olarak koşmak ideali, artık yaşam ilkesi haline gelmiştir.
Bir şekilde etkilenerek kesin inandıkları düşüncenin, ideolojinin veya liderin görüşlerinde zıt söylemler olsa bile sorgulamayı gereksiz saydıkları andan itibaren “Biat” yoluna girdiklerini fark etmezler. Dogmatizmin tek yönlü yolunda ilerlediklerinin farkında değillerdir artık. Sorgulamasızlığın özgüveni ile en küçük eleştiriye bile tahammül edilmez. Davranış ve söylemleri keskinleşmiştir. “Biat” ettikleri insan, düşünce ve liderin düşüncelerine karşı çıkanları, “Sen kimsin ki?” gibi kabullenişlerle kendilerini değersizleştirdiklerinin de farkında değillerdir. Eric Hoffer, “Kesin İnançlılar” kitabında “Kesin inanç katmanına ulaşmak için; düşüncelerinize engel olacak epeyce şeyi, kapı dışarı etmeniz gerekecektir.” der. Böylece “Biat”ın yolu temizlenecektir! Bu engelsiz yola mistik bir teslim oluş da dahil edildiğinde geri dönüş daha zordur artık!
“Biat”ın hakim olduğu ortamda farklı düşünce ve akıl yürütmelere izin verilmez. Bireysel düşünceler gereksizleşir; oysaki sorgulama olmayan yerde akıl ile yürütülen “Kabul” değil, “Kabullenme” vardır. Her insan kendine; “Düşüncelerimin ne kadarında biat etkisi var?” sorusunu sorma gereği duymadığında, düşüncelerini zindandan uzak tutamayacaktır. Çıkar ilişkileri beklentilerinin sorgulanması engellendiğinde; “Biat” eden insan kendini nasıl değerli sayacaktır.
Liderin vizyonuna inanmak, bir davanın ardında durmak gibi “Biat”ın etkisi önceleri fark edilmese de ortaya çıkan bağlılığın derecesi, sorgulamasız "kör" bir noktaya ulaştığında, bireysel bilincin ışığı söner ve her yer "karanlık" olur. Bu karanlık, sadece fiziksel bir görme eksikliği değildir, aklın ve kalbin gerçeği ayırt etme yeteneğini kaybetmesidir de. Eleştirel düşünme yeteneğinin körelmesidir de. Kabullenilenin hakikat olduğu düşüncesi ile dıştan gelen farklı sesler veya alternatif gerçekler tehdit olarak algılanmaya başlar. Kişi, aklının sesini duymazdan gelir; çünkü biat edilenin, otoritenin "doğru" dediği her şey sorgulanmaz bir mutlak haline gelmiştir. Bu durum, bireyin kişisel gelişimini ve yaratıcılığını yok ederek, edilgen bir kuklaya dönüştürür.
Biat, -alenen kabul edilmese de- bireyselleşme ve kişilik oluşum sürecinde kendi yetersizliği ve doğruları üzerine inanç geliştiremeyenlerin söz ve davranışlarına yansıyan bir durumdur. Özgüven ve bilgi eksikliğinden dolayı insan kurum, parti ya da liderlerin fikir ve düşüncelerini öne çıkarabilir ve çok önemseyebilir; ama sorgulamaya gerek duymaması kendini aşağılaması anlamına gelecektir. İlkeler bazında doğru kabuller, biat sayılamayacaktır; ama hem inandığı değerlerin hem de tam tersi değerlerin aynı ortamda doğru kabul edilmesinin asıl kökü “Biat” olduğunu ayırt edemediğinde düşüncenin zindanı olacaktır. Gruplaşma, parti ve ideolojik aidiyetin sosyolojik kalıplarında kabul öne çıkacaktır; ama iki zıt düşüncenin “Biat”ın etkisi ile ikisinin de doğru kabul edilmesi “Biat” karanlığıdır, akıl ve bilincin rafa kalkmasıdır; çünkü akıl ve bilinç devrede olursa sorgulama olabilecektir. Ortak değer ve ideolojik bilinçlenme sürecinde kolektif kültürün etkisi çoktur; ama benimsenen ilkelerden sapılıp sapılmadığı bilincine ancak sorgulama gereği duyarak ulaşılabilecektir. Hangi düşüncesinin kabul, hangilerinin kabullenme olduğu farkındalığı her zaman bireyselleşme sürecine ışık tutar.
Toplumsal düzeyde “Biat”ın kör karanlığı, tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Şeffaflık ortadan kalktığından hesap verebilirlik de gereksiz sayılmaya başlar. Hatalar görmezden gelinir, yanlış olabileceği düşünülmez! Daha önceki düşüncelerinin yetersizlik sebebiyle doğru bulunduğu zannı uyanmaya başlar. Toplum, kendi iç dinamiklerini ve sorunlarını tartışamaz hale gelir; çünkü her tür farklı görüş, biat zincirini kırmaya çalışan bir isyan olarak yorumlanır. Bu da uzun vadede toplumsal çöküşe, adaletsizliğe ve otoriteleşmeye yol açar.
Bu kör karanlıktan kurtulmanın tek yolu; her bireyin kendi aklını kullanma cesaretini göstermesidir. Sorgulamak, merak etmek, farklı bakış açılarına açık olmak ve en önemlisi; kendi kalbinin sesine kulak vermek, bu karanlığı aydınlatacaktır. Unutulmamalıdır ki; bireysel özgürlüğün ve toplumsal ilerlemenin temeli; “Biat” karanlığına girmeden, aydınlık bir zihinle kendi yolunu çizen bireyselleşmesini başarmış bireylerin var olmasıdır. Modern toplumun geleceğini belirleyen bu ölçütün kökü, sorgulama becerisini elde etmiş bireylerin özgürce düşüncelerini ifade edebilmesidir. 
İnsanlık tarihi boyunca otoriteye boyun eğme, lidere bağlılık veya bir fikre körü körüne inanma halleri farklı isimler altında var olmuştur. Bu durum, günlük dilde düşüncenin özgürlüğünü kısıtlayan, aklı zindana tıkan pranga mıdır? Yoksa toplumsal düzenin, birliğinin ve hatta ilerlemenin kaçınılmaz bir unsuru mudur? Bu iki zıt düşünce biçimine verilen cevap, kimin nasıl bir düşünceye sahip olduğunu ortaya koyacaktır. Elbette kendi otoritesini sağlamak isteyen yönetici, işveren, siyasetçi ve lider sorgulanmak istemediği için ikinci soruya koca bir “Evet” diyecektir! Aileden başlayan sürecin, insanın kendi hayatını düzenleme, idare etme, hüküm verme, bireysel donanımını kazanmış ve “Biat”ın daracık girdabına sürüklenmeyen özgür düşünceli bireylerin yetişmesi, toplumsal hayatın en önemli olmazsa olmazı konumunda olmalıdır.
“Biat”, düşünce özgürlüğü olmayan ülkelerde lidere itaati ifade ettiğinden mutlak gerekliliğine inanılır. Ancak günümüzde bu kavram, daha geniş bir yelpazede, bir düşünceye, bir ideolojiye, bir partiye veya bir kişiye sorgusuz sualsiz bağlılık gibi sunulma gerçeği vardır. “Biat”ın "düşüncenin zindanı" olup olmadığının farkındalığı, tamamen bireyin bilinç düzeyi ile ölçülebilecektir. Bireyin kendi muhakeme yeteneğini devre dışı bırakıp, söylenen her şeyi mutlak doğru kabul etmeyi gerektiriyorsa; o zaman düşünce için bir zindandır. Sorgulama ruhunu yok etmiş, eleştirel düşünceyi köreltmiş ve yeni düşüncelerin önünü kapatmıştır. Tarih boyunca despot rejimler, dogmatik inanç sistemleri ve tektipleştirici ideolojiler tam da bu " Biat" anlayışı üzerine inşa edilmiştir. Bireylerin sadece itaat etmesi beklenen bu yapılarda farklı sesler bastırılır, aykırı düşünceler cezalandırılır ve nihayetinde toplumda bir durgunluk bir körleşme ve düşüncelerin saklanması baş gösterir. Kendi adına düşünmekten, kendi kararlarını almaktan vazgeçmiştir! Hazır kalıplar içinde düşünmek, düşünme zahmetinden kurtulmak anlamına gelebilir ve bu da uzun vadede kişisel ve toplumsal gelişimi sekteye uğratır. Garabet bir söz vardır; “Biat et, rahat et.” elbette böyle bir durum otoritenin istediği bir şeydir. Toplumu bir hizaya sokarak otoriteye geniş çalışma alanı sağlayan bir durumdur da! İdareyi kolay hale getirir! Toplumsal yaşamda, belirli bir düzeyde güven ve aidiyet duygusu kaçınılmazdır; ama böyle bir “Biat”, toplumun zindanda yaşaması anlamına gelecektir. 
Bir kurumda çalışırken, bir siyasi partiye üye olurken veya bir sivil toplum kuruluşunda yer alırken o yapının temel ilkelerine ve liderliğine belirli bir düzeyde inanmak ve güvenmek gerekmektedir. Bu durum, tamamen sorgusuz sualsiz bir bağlılık olmasa da ortak bir hedefe ulaşma, kolektif bir güç oluşturma ve bir disiplin içinde hareket etme adına önem taşır. Onun için böylesi topluluklarda sorgulamalara “otoriteyi sarsar” diye pek izin verilmez. “Tek ses, Tek vücut” anlamına gelen “Biat” propagandasının çokça görülmesinin sebebi budur! En küçük sosyal yaşam alanı olan aile, ülke ve dünyada sorgulama yapanların ötekileştirilme sebebini oluşturur. 
Sonuç olarak; düşüncenin zindanı olup olmadığı “Biait”ın niteliğine bağlıdır. Eğer körü körüne bir inanç, sorgulamadan kabullenme ve mutlak itaati gerektiriyorsa düşüncenin zindanıdır. Belirli değerler, hedefler veya lider etrafında bilinçli bir tercih, güvene dayalı bir ortaklık, yapıcı eleştiriye ve sorgulamalara açık bir bağlılıklar, toplumsal yapının ve işleyişin doğal bir parçası olarak kabul edilebilir. 
Asıl mesele, bireyin kendi aklını rehber edinmekten asla vazgeçmemesidir. Sorgulayan, öğrenen, eleştiren ve gerektiğinde kendi yolunun yanlışlarını da bulabilen akıl yürütme becerisine ulaşarak; düşüncesinin özgürlüğünü güvence altına almak, insan olmanın en temel şartıdır. Unutmayalım ki düşünce, özgürlüğünü yitirdiğinde canlılığını da yitirir ve işte o zaman en büyük zindan, kafesler değil zihinler olur.

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar